SURİYE EKONOMİSİ..ZALİM KUVVETİN KALKINMASINI SAĞLAYAN KLİENTALİZM
Geleneksel bir teori; doğal kaynaklara sahip ülkeler kalkınma imkanı olan ülkeler olduğunu ve bu yöndeki başarının ; sosyal hizmetlerin finanse edilmesinde, fakirliğin önlenmesinde ve hayatın genel anlamda geliştirilmesinde bu olanaklardan elde edilen gelirlerden yararlanmasına bağlı olduğunu gösterir.
Suriye’de hükümetler (yürütme yetkisi olarak) bu konuda hiç başarılı olamamışlardır. Geçen elli yıl içerisinde de ülke; “orta gelir ve düşük gelirli” toplum kesimlerinin düşük gelir ya da “fakirlik” platformuna düşmesine neden olan huzursuzluk, düzensizlik, ekonomik kriz ve mali kaos ile yüz yüze kalmıştı. Karşı tarafta ise başkanlığa yakın “yüksek gelir sahipleri” para, kontrat ve yatırımlara kontrol edecek ve mirascıları bugüne kadar ülkenin ekonomisine hakim olan büyük mal imparatorluğu kuracak düzeyde ayrıcalık ve kazançlar elde etmişti.
1970 yılında yeni bir merhaleye giren Suriye ekonomisi “klientalizmle” nitelenmişti. (Klientalizm tabiri eski Roma’ya dayanan ve kendisine siyasi destek verme karşılığında müşteri gurubuna verilen himaye ve kolaylıklar anlamına gelen bir terimdir). Askeri ihtilal ya da iddia edildiği gibi “düzeltme harekatı” ile iktidarı ele geçiren baba Esad, ordu içinde solcu, siviller arasında başta Ekrem Elhorani’nin “komünist Arap” örgütü ile gizli çalışmayı tercih eden “müslüman kardeşler” örgütü olmak üzere solcu ve sağcı güçlerin tehlikesine karşı “ailevi” rejiminin istikrarını ve iktidarının saptanmasını güvenceye alacak ve kendisine meşruiyet verecek aramlar içindeydi.
Geleneksel yerel güçlerle özellikle ona destekçi olan en önemli iki merkez sayılan Şam ve Halep’teki tüccarlar kitlesi ile kurduğu kuvvetli ittifaklarla baba Esad bu güçlere huzur ve güven sağladı. Başkanlık kürsüsüne ulaşmasından on yıl önce uygulanan ulusallaştırma politikasının empoze ettiği gerginliğin akabinde (kamu, özel, ortak, kooperatif olmak suretiyle) çokluluk üzerine kurulan ekonomik politikasına destek vererek aynı güveni bunlarda karşılık olarak onunla paylaşmıştı.
Bu esnekliğin, ekonominin yapılanmasını, toplumun kalkınması ile yükselişini ve ekonomik kaynaklarından yararlanmasını sağlayacak şekilde oratak bir yol çizeceği bekleniyordu. Ancak rejiminin menfaat ve çıkarlara dayandığı Esad, yolu; yıldızı parlamaya başlayan, kamu sektörü ile yatırm, üretim ve ihracat sektörü düzeyinde ayrıcalıklardan ve tekelden istifade edip ekonomi ile ekonomi faaliyetlerine ve daha sonra (başında rejim başına yakın kişiler olmak suretiyle) bürokrat bir hükümet şebekesine dönüşen devlet kurum ve müesseselerini büyük zarara uğratan, yetkilerinin haddi hesabı olmayan “ailevi” guruplar için, düzlemişti.
Dikta rejimleri otoriterlik sıfatıyla blinmektedir. Otoriterlik hayatın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel tüm yönlerini elinde tutan merkezî tek otorite inşa etmeyi hedefleyen bir yönetim şekli sayılmaktadır. Ancak başka bir tanımla sivil hayata ilişkin her şeye saldırmaktadır. Baba ve oğul iki Esad döneminde otoriter örnek; ekonomi ile, sadece gerekli yeti, tecrübe ve araçlardan değil, fakat klientalizm ekonomisinden vazgeçip devlet ekonomisi bilincine geçecek reşit bir yöntemden yoksun bir politikayla, sanki bir ganimetmiş gibi muamele etmiştir.
Böylece, monopol ve para derebeyliklerinin gelirleri toplumun gelecek için emelleri ile fiili ihtiyaçları dışında yatırılması da doğaldır. Dolayısıyla, ekonomi politikasının; fakir kesimlere destek olacak kalkınmaya, insanı geliştirmeye, çalışma fırsatları temin etmeye ve zayıf kalmış gurupları travmalardan koruyacak sosyal koruma ağları tesis etmeye yönlendirilmesi yerine, baba Esad döneminde ” asker ve güvenlik unsurları olarak” kaba kuvvetin kalkınmasına, oğul Esad döneminde ise ” milis ve istihbarat teşkilatları olarak” zalim kuvvetin kalınmasına odaklanmış, yatay biçimde genişleyerek yapılarını geliştirmek amacıyla belirsiz bütçeler harcanmıştır. Acımasız vahşi pençeleriyle rejimin ve iktisadî ortaklarının güvenliği ile selametini korumak için de çeşitli idareler gözetiminde birçok şebeke oluşturulmuştur.
Buüyük bir benzerlikle oğul Esad babasının izlemiş olduğu politika haricine çıkmamış, ancak klientalizm ekonomisine yolsuzluğun, bürokrasiyin ve monopolun yeni anahtarlarını eklemiş, ve (2006-2011) beş yıllık onuncu planın içerdiği sosyal piyasa ekonomisi çerçevesinde eskilerinden daha büyük para mal imparatorluğu üretmiştir. Bu imparatorlukların iktisadi faaliyet gelirleri, genç mirasçıyı desteklemek ve 2011-2017 yıllarında zalim bir güç haline gelen rejimin kaba kuvvetini takviye etmek için değerlendirilmişti, ve bunun faturaları neticede; ekonomik kaynaklarını kurutmuş, üretim ve sanayi sektörünün çoğunu tamamen yıkıp Suriyelileri şekil olarak sadece Yemen ve Somali’de görülebilen cehenneme benzeyen bir cehenneme sevk etmiştir.
Rejimin büyük miktarlarda mallar elde ettiği ve Refah aramaktan evvel bir lokma ekmek peşinde olan kesimlerin sesini dinlemeyi göz ardı eden ekonominin şahsileştirilmesi sadece hayat boşluğunu derinleştirmekle kalmayıp sosyal ve iktisadi endeksleri uçurumun en dip noktasına ulaştırmış, fakirlik ve gelir eşitsizliği, işsizlik ve işgücü katılımı, fikir ve inanç özgürlüğü ile sivil özgürlükler düzeyi, dünyanın en kötü seviyelerinde yer almıştır. 2010 yılından beri de Suriyelilerin sadece %48’inin Esad rejimine ait yargı ve yerel polis güçleri gibi kamu kurumlarına güvendiği ve bu oranın (Gallup enstitüsüne göre ) kıyaslama ülkeri düzeyinde en düçük oran olduğu tespit edilmişti.