Politika Çalışmaları Birimi

RUSYA-NATO ARASINDAKİ GERİLİMİN ŞEKİLLERİ VE SONUÇLARI

GİRİŞ
Geçen mayıs ayında yapılan (NATO) zirvesinde Amerikan başkan Trump;  NATO’NUN karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerin; terörizm ve yasadışı göçün yanı sıra Rus tehlikesinin olduğunu dile getirdi,  Trump’ın bu açıklaması, Rusya ile NATO arasındaki ilişkilerin “derin bir kriz yaşadığını ve soğuk savaştan beri en kötü hallerinde olduğunu” sayan Rus Dışişleri Bakanlığının beyannamesine paralel geldi. Bu durum iki taraf arasındaki ilişkileri yeniden ihtimam ve gerilim çemberine sokmuş oldu.
Ukrayna krizine bağlı olaylar, Rusya ve NATO arasındaki yüz yüze gelme seviyesinin yükselişinde büyük bir dönüşüm noktası olmuştu. Ayrıca Rusya’nın sınırda (savaş uçaklarıyla Baltık ülkelerinin hava sahalarını ihlal ederek) bilerek yapmış olduğu provokasyonlar ve eski Sovyetler Birliğinin bir parçası olan komşu Baltık ülkeleri liderlerinin ciddi anlamdaki endişeler seviyesinin yükselmesi, NATO’NUN harekete geçmesine neden olmuştu.
BİR: RUS-BATI İLİŞKİLERİNİN EN ÖNEMLİ DÖNEMLERİ
Rusya ile NATO ilişkileri tarihsel yönden gerginlik ve karmşıklık ile nitelendirilmektedir. 1949 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliğine karşı bir askeri-siyasi kitle oluşturmak amacıyla Kuzey Atlantik Örgütünü kurmaya karar verdi, ancak uzun bir süre geçmeden 1955’te Sovyetler Birliği de (Varşova) paktını kurmuş oldu.
Aslında, ilişkiler 1991yılında Sovyetler Birliğinin çökmesi sonrası; Rusya’nın siyasi gerginlik, iktisadi çöküş ve uluslararası marjinleşme durumu yaşadığı ve hatta batı tutumuna boyun eğen eski Başkan Boris Yeltsin’nin on yıllık ıktidarlık dönemi ile 2000 yılı başlarında başlayan Başkan Vladimir Putin’in görevi teslim aldığı dönem olmak üzere iki dönemden geçmiştir.
Birinci dönemde, Moskova NATO’YLA 1997 yılında örgütün bir üyesi olma rağbetini gösterek “Paris anlaşmasını” imzalamış, ancak özel statü’e sahip bir üyelik istemişti. İkinci dönemde Vladimir Putin ülkesinin NATO içinde dengeli ve özel bir konuma sahip olmak şartıyla NATO üyeliğine katılmanın uzak olmadığını beyan etmiş, 2002 yılında ise Rusya-NATO konseyinin üzerine kurulduğu “Roma beyannamesi” imzalanrken NATO, eski komünist bloğunun bir çok ülkesini saflarına katmaya devam etmiştir.
Kosova bölgesinin bağımsızlığına kavuşması için Batının ısrar etmesi ve NATO’NUN eski Varşova paktı üyelerinin çoğunu saflarına dahil etmesi, Rusya’nın tehlikelere karşı bilincinin dönüşüm başlangıcı olmuştu, ancak Batının Gürcistan ile Ukrayna’nın katılmasına ısrar edip füze kalkanı sistemini yaymasıyla gerilim zirvesine ulaşmıştı.
Amerika Birleşik Devletlerinin nisan 2008’deki Soçi zirvesi sonunda Rus-Amerikan beyannamesinin içermiş olduğu ” stratejik çerçeveyi” göz önünde bulundurmaması,  ilişkilerdeki gerilimi daha da yükselten konu olmuştur. Artık iki ülke arasındaki düşmanlık ortadan kalkmış olup her ikisi birbirlerine karşı stratejik bir tehdit teşkil etmediği ve İki tarafı birbirinden ayıran NATO’NUN genişletilmesi konusunun yaratmış olduğu anlaşmazlıklara kalıcı çözüm bulmak için bir diyalog oluşturulmasına tavsiyelerde bulunulması bu beyannamenin en önemli noktalarıydı. Ayrıca, bu dolaşık meselenin Rusya’nın güvenliğini tehdit etme çemberinden çıkartmak ve Avrupa Birliği ile güven ortamlarını yaymak amacıyla Rusya, Amerika ve Avrupa Birliği olmak suretiyle Avrupa ile birlikte ortaklaşa bir füze savar savunma sisteminin kurulmasına ilgi gösterildi.
Karşı tarafta, Amerika Birleşik Devletleri yönetimi Rusya’yı sıkıştırıp muhasara etmeye ısrarlıydı, bu yönetim Doğu Avrupa’da (Polonya ve Çek Cumhuriyetinde) füze savar kalkanı kurulması konusunu ileri sürdüğünde, Rus va Amerikan uzmanlardan oluşan bir komisyon kontrolü altında Rusya’nın Azerbaycan’da bulunan radarlarını kullanılmasına dair alternatif önerisini kabul etmemişti, ancak 2008 “Bükreş beyannamesinde” NATO ülkeleri liderleri, Rusya’nın baskısına boyun eğip eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinden Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine alınması kararını ertelemek zorunda kalmışlardı.
Bu gerginlik; 2014 yılı sonlarında NATO’NUN diplomatik bölümünün, birisi “NATO hakkındaki Rusya’nın en büyük beş efsanesi” başlığı altında dağıtmış olduğu “gerçekler belgesi” adındaki evraklar üzerine daha da şiddetlenmişti. NATO bu belgelere göre; Almanya’nın birleşmesi sonrası Rus güveniğinin örgütöe tehdit edildiğine, NATO’NUN doğuya doğru yayılma politikası izlediğine, Ukrayna’nın ittifaka üye olmayacağına dair bir güvence almasının kendisinin bir hakkı olduğuna, örgütle arasındaki olan anlaşmalara aykırı olarak NATO güçlerinin Rus sınırlarında takviyelerde bulunmasından Ruslar tarafından uyarıldığına ve “NATO’NUN soğuk savaş zihniyetini taşıdığına dair” sloganı promosyon etmeye kadar varan Rusya’nın kurmuş olduğu rivayetler ile bazı ana tutumlar hakkında yanıt vermişti.
Böylece, 1989 yılında Berlin duvarının yıkılması ve Almanya’nın yeniden birleşmesi Avrupa’nın bölünmesinin önünüe geçti ise, Amerika’nın gerek tek taraflı (füze sistemi yoluyla) gerekse toplu olarak (NATO’NUN doğuya doğru genişlemesi) Rus sınırlarına kadar ilerlemesi Avrupa’nın bir kere daha bölünmesi anlamına gelmektedir.
Şüphesizdir ki Rusya’nın Kırım yarım adasına yönelik yaptığı müdahalenin NATO içinde uyandırdığı çekişmeler; geçen uç yıl boyunca Avrupa’da savaşların yeniden ateşleneceğinin tehlikesini göstererek uluslararası sistemin yıprandığını ortaya çıkarmıştır. Bunu kabul etmeyen Avrupa ile ortağı Amerika’nın Rusya’ya karşı göstermiş olduğu tepki; teknoloji, enerji ve bankalar gibi bazı önemli ve hayati sektörleri kapsayan ekonomik yaptırımlar şeklini almıştır.
İKİ: NATO’NUN BÜNYE VE YAPISININ GELİŞMESİ
NATO’NUN kadim kavramlarının temeli, belirli bir düşman Sovyetler Birliğine karşı savunma düşüncesine kurulmuş olsa da, kasım 1991 yılında Roma’da şekillenen yeni stratejik kavramın yeni görevinin sadece savunma amaçlı olmadığı, coğrafik sınırları ötesinde güven ve istikrarı sağlayabilecek mekanizmaları aramak oldu. Dolayısıyla örgütün siyasi kurumları açısından 1991’de (Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi) kurulmuş ve daha sonra 1997 yılında gelişip ortaklar arasında yükümlülükler ile külfetleri dağtıp düzenleyen, işbirliği mekanizmalarını geliştirerek muhtemel iç çatışmalar ve anlaşmazlıkların önüne geçmek amacıyla (Avro-Atlantik Ortaklık Konseyi’ne) dönüşmüştür. Ayrıca (barış için ortaklık programı), (NATO-Rusya Ortak İşbirliği Konseyi) ve (NATO-Ukrayna Anlaşması) örgütün siyasi yapısına dahil olan diğer siyasi kurumlar olmuştur.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından beri Batı politikasının genel stratejisi NATO’NUN doğuya doğru genişlemesi ve Doğu Avrupa ülkelerini, Atlantik ve Avrupa standartlarına gösetercekleri reaksiyon derecesine göre art arda hem Avrupa Birliğine hem de NATO’YA üye etmek oldu. Bunun neticesinde 1999 yılında Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan. 2004 yılında Slovakya, Slovenya, Romanya ve Bulgaristan’ın yanı sıra Letonya, Latviya ve Estonya olmak üzere uç Baltık ülkesi NATO üyesi olurken Arnavutluk ile Hırvatistan 2009 yılında üye olmzınfan sonra NATO’NUN en büyük genişlemesi gerçekleşmiştir.
1999 yılında Amerika Birleşik Devletleri,  bölgedeki etnik çatışmalara çözüm bulmak amacıyla Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında müşterk bir güvenlik politikası koymak için Kafkasya ülkeleri formunun inşasını önermişti, ve o tarihten bu yana Amerika başta olmak üzere Batının Kafkasya ile olan ilişkileri gittikçe byüyümüştür, ve bunların hepsi, bir yandan Avrupa Birliğinin diğer yandan da NATO’NUN doğuya doğru uzanmasıyla hayati alanının git gide daralıp aşındığını anlayan Rusya’nın stratejik yararlarına karşı gerçekleşmektedir.
NATO zirvesi, haziran 2014’te İstanbul da toplanarak; askeri alan ile ona ait eğitim öğrenim etkinliklerinde işbirliğine teşvik etmek, bilgi paylaşımı yaparak terörizme karşı mücadele etmek, nükleer ve kitle imha silahların yayılmasını önlemek, enerji ve sınır güvenliği için NATO’NUN faydalı ve uygun gördüğü her yerde işbirliğine teşvik etmek suretiyle altı konu üzerinde dünya ve bölgesel güvenliğe katkı sağlayacağına dair karar almıştır. İstanbul zirvesi kararları; NATO ile Orta Asya ülkeleri arsındaki ilişkileri güçlendirmeyi hedefleyip büyük Ortadoğu’ya uzanacak ortaklık kavramını genişletetek dünyanın birçok yerinde bulunması için örgütün yeni teveccühünü yansıtmıştır.
2015 yılında Rusya’nın civarındaki iki ülke İsveç ile Finlandiya’nın Rusya’nın geniş çapta uygalamış olduğu hibrit/elektronik savaşla ( ekim 2016’da İsveçin başkentinde düzenlenen Atlantik örgütünün bir zirvesinin konusu olmuştu) başa çıkmanın olanaklarını elde etmeye özel, örgütün programına katılmasıyla dünyadaki jeopolitik değişikler haritasında önemli ve niteli bir gelişme sayılan kararı aldılar.
2014’te Ukrayna’da meydana gelen olaylar, örgütün Doğu Avrupa ülkelerindeki varlığını genişletmek amacıyla, Avrupa sınırları dahilindeki örgüt üyelerinin herhangi birinin dış saldırılara maruz kalması halinde ya da ilerideki aşamada Avrupa’nın milli güvenliğne yönelik bir karşı tehdit oluşturabilecek çatışma bölgelerine kısa sürede hareket edebilecek beş bin askerden oluşup daha sonra kademeli olarak otuz bine kadar çıkacak olan bir çevik kuvvet teşkil etmesini öngören yeni bir strateji izlemesine yol açmıştı. Bu amçla örgüt; geçen yılın başından itibaren Bulgaristan, Romanya, Polonya, Astonya ve Letonya olmak üzere altı bölgede komanda ve kontrol merkezinin kurulması için karar almıştı.
Örgtün temmuz 2016’da Varşova’da düzenlenen zirvesi, örgütle Rusya arasında olan ilişkilerde gerilimli bir görüntü çizdi. Rusya’ya karşı örgütün doğu cephesini desteklemek ve terörizme karşı mücadele etmek suretiyle iki ana başlık altında yapılan zirvenin bitiminden hemen sonra Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanı Aşton karter; “örgütün Rusya’yı ihtiva edeceğine dair” açıklamada bulundu. Ancak bu zirvenin tarihsel önemi sadece (1955’te kurulup temmuz 1991 yılında kendini fesh eden paktın doğumuna şahit olan ve adını taşıyan Polonya’nın Başkenti Varşova’da toplanmasınn) sempolliğinde değil, fakat soğuk savaştan bu yana üç Baltık ülkesinde (dört bin askerden oluşan) dört tugay neşretme kararı gibi almış olduğu kararlarada görünmüştür. Son gelişmeler örgütün bu kararları uygulayacağına işaret etmiş olup bu yılın başından itibaren Pentagon; Almanya’da bulunan askeri kuvvetler ile  techizatları, Rus sınırına yakın olan üç Baltık ülkesi Letonya, Latviya ve Estonya’da neşretmek üzere taşımaya başlamıştır.
Geçen 9 Ekim’de, NATO parlamenterler kurulu; Gürcistan’ın Atlantik’e katılması yolunun açılması ile ilgili 2008 Bükreş zirvesi kararını teyit etti, ayrıca Gürcistan’la Ukrayna’yı Atlantik örgütünün bölgesel güvenliği pekiştirmeyi hedefleyen faaliyetlerine katılımlarını arttırmaya çağırdı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in mütemadiyen dile getirdiği Ukrayna’ya müdahale etme bahanesinin bir benzeri daha Baltık ülkelerine geçerli olduğu görünüyor, örneğin; Estonya ile Latviya nüfusunun yaklaşık dörtte biri Rus olmasından dolayı Rusya, burada Rusları koruma bahenesiyle bu iki ülkeyi ilhak ve işgal etmeye kalkışabilir, zira Rus uçakları başta Estonya olmak üzere örğüt müttefiki ülkelerin hava sahalarını sürekli ve düzenli olarak ihlal etmektedir.
Ancak örgütün yüksek maliyetli stratejilerini ve politikarını yeniden gözden geçirme imkanı ile ilgili Moskova’nın ümidini uyandıran konu ise; Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trupmp’ın görevi resmen teslim almadan birkaç gün önce Alman (Bild) ve İngiliz (Times) gazetelerine yaptığı açıklamada NATO’NUN artık ” modası geçmiş” bir organizasyon olduğuna işaret etmesiydi. Ayrıca seçim kampanyası esnasında, Washigton’un yetmiş yıldan beri vermiş olduğu güvencelerin devamı gelmeyebilir dedi ve savunma karşılığı külfetleri ödemeyen ülkesinin Atlantik örgütündaki müttefiklerine yardım takdim etmeden önce iki kere düşüneceğini söyladi. Lakin üç ay sonra 13 Nisan 2017’de NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg ile Washington’da yaptığı görüşmenin akabinde bir önceki tutumundan geri çekilerek, NATO’NUN modası geçmiş bir yapı olmadığını dile getirdi.
NATO’NUN geçen 25 Mayıs’ta yapılan son zirvesinde, askeri harcamaların 2024 yılına kadar milli hasılanın %2’si gibi bir oranla arttırılmasına ve bu hususta Trupm’ın çağırısına isticabe olarak savunma harcamalarının arrtırılması planlarının düzenlenmesine dair karar alındı. Ama örgütün; bu harcamaların dengeli, savunma niteliği taşıdığını ve sadece Rusya’nın attığı adımlara karşı dengeli bir karşılık olduğunu vurgulamasına rağmen Rusya bu adımı kendisine yönelik bir eskalasyon olarak yorumladı.
Bu bağlamda bazıları George Kennan’ı anımsyarak, dış baskının Rusya’yı (dikta rejimin ya özgürleşip ya da dağılmasına kadar) uzak tutacağı bahanesiyle “ihtivâ” politikasını yeniden hayata geçirmek için çağırıda bulundu, ve Rusya’nın uluslararası kanunları ihlal ettiğinden dolayı ona uygulanmış olan yaptırmları korumak ya da yoğunlaştırmak, siyasal olarak  Batılı ittifakları genişletmek ve örgütün askeri hazırlık seviyesini yükseltmek gerektiğini söyledi.
ÜÇ: RUSYA’NIN YENİDEN EGEMENLİK SAĞLAMAYA YÖNELMESİ
Rusya’nın siyasi sisteminde meydana gelen dönüşmler; kendi çevresiyle olan ilşkilerede hiç de olumlu bir değişiklik getirmemiş ve bunun aksine Rusya, muhtelif ve değişik şekillerde özellikle Gürcistan ve Ukrayna gibi iki bağımsız ülkeye karşı tabiyat ve koloniciliğe dayanan ilişkiler kurmaya çalışmıştır.
Vladimir Putin’in ıktidar kürsüsüne ulaşması da Rusya’nın Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra geçirmiş olduğu geçici sürecin sona erdiğini ilan ediyordu. Putin’in başlangıç olarak ilk hedefi, Boris Yelsin’in iktidarda olduğu feleketli dönemi atlatmak ve çatlamış ve çöküşe doğru giden Rusya devletinin duvarlarını (serbest piyasadan vazgeçip, devlet kapitalizmi ilkelerine dayanan yeni bir ekonomik sistem ile Rus derinliğini “Avrasya’nın” Sovyet yakası alanında gören milli güven teorisi üzerine) restore etmek olmuştu.
Putin’in 2012 yılında kremlin’e ikinci dönüşünden beri Rusya’nın yakın civardaki bölgeye yönelik girişimci davranışları artış göstermiştir. Dolayısıyla, uluslararası sistemdeki gevşeklik ile Amerika’nın dünyada olan hegemonyasının gerilemesi neticesinde, Rusya’nın dünyada bir emperyalist hırsının uyandığına dair söylemler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Putin’in 2013 yılında başlatmış olduğu doktrine göre Rusya’nın hırsları zirveyi bulmuştu. Rusya’nın siyasi coğrafyası ile yayılma hırsları arasında yapılan bir eleştirmede, siyasi ve bazen askeri olmak surette Japonya’nın koril adalarına kadar uzanıp siyasi ve güvenlik anlamı taşıyan füzeleri sererek bir provokasyon ortamı tesis etmiştir. Ardından tüm gücüyle hayati alanı saydığı Orta Asya bölgesinde roller oyanyıp daha sonra konumunu Avrupa-Asya bölgesinde kıtasal nitelik taşıyan bölgesel rejimler kurmaya çalışmıştı. Ayrıca Avrupa’nın en hassas noktası ve NATO’NUN arka bahçesi sayılan Polonya’ya yakın bölgelere füzeler neşretmiştir.
Ancak Başkan Putin 26 Aralık 2014’te Batı ile olan ilişkilerde yeni bir dönem açarak askeri doktrinin düzeltilmiş nüshasına imza attı. Bu doktrin; Rusya’nın karşılatığı en büyük ve en bâriz tehlikelerin NATO örgütü olduğunu, Rusya’nın kuzey kutbundaki yararlarını güvence altına almasını öngördü ve Moskova’nın “savunma amaçlı” nükleer güç kullanmaya hakkı bulunduğunu teyit etti. Vladimir Putin 2016 yılı sonlarında Rusya’nın iç ve dış güncel durumuna uygun olacağı şekilde bu doktrini düzeletmeye başvurdu, doktrin; Amerika Birleşik Devletlerini Rusya’nın milli güvenliğinin karşısına çıkan tehditlerin içerisinde olduğunu, Rus milli güvenliğinin herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu takdirde Rusya’nın kendi sınırları dışında Silahlı Kuvvetlerini kullanmaya hakkı bulunduğunu ve dış düşmanın; Atlantik örgütünün doğu’ya doğru Rus sınırlarına yakın uzanması ve bu eski nüfuz bölgelerinde füze kalkanını kurmasında şekillendiğini öngördü.
Yeni stratejiden söz etmeden önce Rusya, 2015 yılının bitmesine müteakkiben; Amerikan denizaltıları ile deniz üslerini, Büyük ukyanus ve Atlantik uykyanusu sahillerinde bulunan şehirleri tehdit edebilecek ve en zayıf ihtimalle radyasyon kirliliği yaratabilecek güçte olup taktiksel açıdan yeni bir nükleer silah sayılan komutansız nükleer denizaltına sahip olduğunu açıklamıştı, Putin daha sonraki hitap ve açıklamalarında Rusya’nın stratejik dengenin bozulup kırmasına izin vermeyeceğini vurgulayarak daha sert bir çıkış yapmıştı.
Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’daki savaşı, soğuk savaş sonrası ortaya çıkan dünya sisteminin döneninin bittiği ve artık Rusya’nın uluslararası sahneye geri döndüğüne, Batının Rusya’nın arkabahçelerine uygulamış olduğu velayeti kabul etmediğine dair bir çok mesaj taşımıştır,  Rusya diğer bir başka mesajında ise Amerika’nın Kafkasya ve Baktık’taki müttefiklerine (Washington’a güvenmenin size bir fayda getirmeyeceğini içeren) açık bir masaj göndermek istemiştir.
Moskova, Gürcistan’ın NATO’YA üye olmasını engellemekte başarılı olabilmiş ve bu ülkeyi genel anlamda, Abhazya ve Güney Osetya bölgelerini bağımsız iki ülke olarak tanıması sonrası örgütün üyelik şartlarına sahip olmadığı ve kendi topraklarında çatışmalar içinde boğulan bir ülke haline getirmiştir. Aynı durumun (Kırım yarım adasının elinden alınması sonrası) Ukrayna’da tekrarlandığını, ayrıca Donbass’ın Lugansk ve Donetsk bölgelerinin geleceği için çatışmaların kızıştığını görüyoruz, böylelikle bu çatışmaların meydana gelmesi hiçbir ülkenenin NATO saflarına girme isteğinin gerçekleşmesine izin vermeyecektir.
Görünüyor ki Putin; Rusya’nın önemli ve hayatı saydığı bölgelerde yaralarına yönelik Batıdan bir tanıma kazanana kadar meydan okumayı sürdürecektir. Ayrıca eski Sovyet döneminde Brejnev doktrini ile bilinen kısıtlı egemenlik teorisine dönmenin hayalini kurmaktadır. Böylece, Rusya’nın Putinli rejiminin uluslararası ilişkiler ile Avrupa’nın siyasi tarihi hakkında kendine özel bir kavramı bulunmaktadır, bu kavramın temeli; Rusya’nın dünyada büyük bir rolü ve makamı olması nedeniyle Batı kaynaklı komplolara maruz kalmış dırumdadır. Ancak görünüyor ki Rus rejimi; Putin’in büyük bir jiosiyasi felaket olarak adlandırmış olduğu Sovyetler sistminin dağılma etkisinden daha henüz uyanamamıştır.
Muhassala olarak, Moskova uluslararası faydaları maliyet veya yüksek bedeller ödemeden kemirmeye çalışımaktadır, ancak göze görünen modifikasyonlar, sadece başkalarına karşı kullanılan diplomatik  lehçede bir değişiklikten başka bir şey değildir. Dolayısıyla yüksek tavanlar, etkisi ve baskısı içeride gittikçe artan ekonomik yaptırımların tesiriyle  halihazırdaki durumda Rusya’nın elinde mevcut olmayan büyük mali ve iktisadi  imkanların bulunmasını gerekmektedir. Bu nedenle Rusya meşru saydığı emelleri ifade etmek amacıyla daha esnek araçlar aramak zorunda kalmıştır.
Burada, Ukrayna krizinin yankıları ile Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, Ukrayna’nın Avrup Birliğine va ardından NATO üyeliğine mani olması, Rusya ile Amerika ve Atlantik örgütü arsındaki ilişkilerde keskin bir dönüm noktası olmuştur.
DÖRT: START ANTLAŞMASININ GELECEĞİ HAKKINDA
Rusya ile Amerika Birleşik Devletleri nidan 2010 yılında her iki tarafı savaş başlıklarını sınırlandırmaya bağlı kalmalarını öngören yeni (START) antlaşmasına imza attılar. Ancak Amerika’nın ihlaller yaptığı nedeniyle Rusya’yı suçlamsı ile bazı Rus politikacılarının alenen bu ittifakı iptal etme çağırısında bulunmalarından dolayı bu antlaşma şu anda yeni basıkılara maruz kalmış durumdadır. Rusya 2015 yılında Kaliningrad ve Kırım’ın batı kesimlerinde nükleer İskender füzelerini neşredecğinin uyarısını yapmıştı, ve dolayısıyla bu anlaşmazlık, önceden hiç eşi görünmemiş bir nükleer boyuta ulaşmıştır.
Bu bağlamda, Sovyetler Birliğinin son Cumhurbaşkanı Mihail Gorbaçov geçen ekim ayının 12’sinde, Trump ile Putin’e bir çağrı gönderdi. Gorbaçov çağrısında; “Rusya ve Amerika’nın askıda olan bütün konuları ele alacek geniş kapsamda ciddi bir zirve toplantısı yapmalarını temenni ederim” dedi. Zirve toplantısının depolanmış nükleer silahların azatlması ile ilgili konular üzerene odaklanması gerektiğini, ayrıca hem dünya’da hem de iki ülkede stratejik huzurun pekiştirilmesine çalışılmasınn gerektiğini dile getirdi, zira orta menzilli nükleer güç antlaşmasının iptal edilmesi ve nükleer silahları gözetleme programının çökmesi, dolaylı ve dolaysız vahim ve felaketli sonuçlara yol açabileceğini vurguladı.
Ukrayna krizinin ardandan iki yıl aradan sonra nisan 2016’da yeniden toplanan (Rusya-NATO konseyi) Amerika ile Avrupa’nın endişelerini dindirmeye yetmemiştir. Aksine belki de Kuzey kutup bölgesi başta Rusya ve Amerika Birleşik Devleti olmak üzere birçok ülkenin stratejik çıkarı için çarpışma sahası olması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Bu nedenle Rusya bu bölgede Amerika ile müttefiklerinin Rusya’ya karşı aktiviteleri gölgesinde stratejik değer taşıyan doğal kaynaklara ulaşmasını engellemek isteyen diğer ülkeleri sürekli uyarmaktadır. Çünkü bu topraklar Rusya’nın petrol üretiminin %60’ını,  doğal gazın %80’ini sağlamasının yanı sıra birçok nadir ve değerli madenin kaynağıdır. Ayrıca, nükleer denizaltılardan oluşan Rus filosu, Kula yarım adası ile kutup dairesi arkasında bulunan Rus toprakları üzerinde 1.3 kilometrelik bir alanda konuşlanmış durumdadır.
BEŞ: RUSYA’NIN SURİYE SORUNU HATTINA MÜDAHİL OLMASI
Belli ki, Batının uygulamış olduğu yaptırımlar Rusya’yı istendiği gibi caydıramamıştır. Eylül 2015 yılında Suriye meselesine müdahil olarak Amerikan yöntimine, etkin tesirli tarafların haklarını koruyacak şekilde sorunların bragmatik esasa göre çözümü için bir köprü inşa etmek gerektiğini anlatmak istemiş ve böylece stratejisini daha şiddetli bir biçimde sürdürmeye devam etmiştir.
Fakat Rusya Amerika’ya karşı olan ithamlı hitabını abartıp onun Suriye’de bulunmasının meşruiyetten yoksun olduğunu tekrarlayıp Amerikan ordusunu aşırı guruplar ile terörist gruplara gizili malumatlar sızdırmak ve destek vermekle suçlamıştır. Bu bağlamda, Rusya geçen ekim ayının 24’nde Güvenlik Konseyi’nde Suriye’de kimyasal silah kullanılmasına özel uluslararası soruşturma komisyonunun görevinin uzatılmasını öngören karar tasarısını düşürebilmişti, ayrıca Rusya; Amerika’nın Bu konseyde karar tasarısını oylamaya sunmak için hızla davranmasını, soruşturmanın kaderinden fazla Rusya’yı kararı veto etmek için çekmeye çalıştığını düşünüyor. Üstelik, Rakka’nın yeniden yapılanmasına Batının hızlı tepki vermesini,  Washington ve Avrupalı müttefiklerinin Rakka’yı Suriye’nin doğusunda kalıcı bir üs haline dönüştürüp Rusya ile İran’ın; Suriye’de nihai çözüm evraklarının hazır olması için uzun bir zamana ihtiyacı olduğunu teyit eden yeni bir aşama eşiğine varmış bu doğudaki egemenlik hırs ve emellerini vurmaya çalıştıklarını düşünyor.
Amerika Birleşik Devletlerinde, Rusya’nın duruma önderlik yapıp yapmadığına dair bir tartışma dönüyor, bundan dolayı Rusya ile çözüm ve muamele etmek iki ihtimal üzerinden yapılmasını gerektiriyor, bu ihtimallerin birincisi: Rusya’nın Suriye’deki saldırgan politikasını istismar edip onu bir takım probleme sokmayı, ikincisi ise: Amerika’nın (Suriye’deki) payına el koyup kemirmesine ve gerek politikada gerekse sahada elede etmiş olduğu ilerlemeyi engellemesine izin vermemeyi öngörüyor. Bu yaklaşıma göre Moskova ile (pozisyonunu zayıflettikten sonra) bir müzakere sürecine girmeyi uzak bir ihtimal olmadığı görünüyor.
Putin 22 Ekim 2015’te Birleşmiş Milletler önünde Suriye ile ilgili yaptığı konuşmada bu soruna ilişkin uluslararası ve bölgesel çatışma hakkında düşüncelerini; “bilindiği gibi askeri gücün hem bugün hem de yarın ulusalararası politikanın en önemli ve temel aracı olduğunu dile getirerek” beyan etti. Suriye sorununa gelince; “resmi Suriye yönetiminin bize göndermiş olduğu resmi talep üzerine bu ülkede askeri harekatı başlatılmasına karar verdik dedi.Başkan Esad’ın gitmesini ise ancak Suriye halkının kendisi kararlsltırır, ıktidarın ona ya da buna bağlı olmaksızın tarafsız bir gözetim kontrolünde bilinen demokratik esaslara göre gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.
ALTI: SONUÇ
Dünyadaki jiosiyasi değişkenler, Amerika Birleşik Devletlerinin tek kutuplu sistemi ile kesişen çoklu kutup dünyasına girişin belirtiletini ve endekslerini sunmuş oldu. Ancak Rusya’nın enerji kaynakları, dünyanın en büyük ülkesi, Güvenlik Konseyi’nde daimi üye, nükleer güç sahibi olmak gibi büyük imkanlarına rağmen, sunmuş olduğu siyasi modelin çekiciliğine yoksun olmanın yanı sıra Batı ülkelerindeki yaşam seviyesinden ve gelişmiş bir teknolojik ekonomiden de oldukça yoksun olduğu açıkça ortadadır.
Rakamlar üzerinden bakacak olursak, NATO örgütünün gücü ile mukaseyeye yer yoktur  (2015 yılında 29 ülkenin askeri harcamaları 797 milyar avroyu bulurken, Rusya’nın askeri bütçesi 79 milyar avroyu aşamamıştır. Yani 2011-2020 yılları arasındaki askeri modernizasyon planına göre milli hasılanın sadece % 4.2’sini oluşturmuştur.
Yukarıda geçenlere istinaden, bütün tarafların ideolojik tutumlarına, anlık ve dolaysız (bölgesel ve uluslararası) yararlarına bakmaksızın, Rusya ile Batı arasındaki çatışmanın Rus gücünü imha etmeye götürecek aşamaya erişmesi; dünya istikrarı ile güvenliğinin hiç de yararına olmayacağına dair bir vargı oluşturabiliriz, zira dünyadaki güç dengesinin mozaik görüntüsünü yıkmak (özellikle çatışmaların, iç ve bölgesel savaşların evrensel bir boyut aldığı bu tarihi dönemde) tek kutuplu pozisyondan daha kötü bir duruma sürükleyebilir.
Rusya ile NATO arasında karşılıklı güvensizliğin tırmanması, Ukrayna ile füze kalkanı sorunları yüzünden uzun süre devam edeceği görünüyor, ancak bu gerilimin nükleer ya da askeri bir çatışma aşamasına varması beklenmemektedir.

Author

اترك تعليقاً

لن يتم نشر عنوان بريدك الإلكتروني. الحقول الإلزامية مشار إليها بـ *

إغلاق